29 Şubat 2012 Çarşamba

Bülent Keçeli - Ah! Ya! Hu!

Ücra'nın 'Mustafa Irgat' Sayısından.





Ah! Ya! Hu!

                            - ayşe şiir’e -

1976 yılıydı (kim sanıyorsa) sanırım, omuzum-uz bir melek uçurur. o gün bilinç-dışı uçar “temsil edilemeyen’e”. tutabilene aşk olsun. gömebilene.
bende aile’m eksik’tir. bir soluk ha eksik, ha’tam. “bu benim’dir”, derim-sonra; tünel özne’sne’nin gidişgeliş ayar’dığı kapalı hava’dır. tut gözlerini açarsın havada bulut. uzun bu sunulan “yemiş”-memiş. memet’in ilgisi memet’e turgutuyar’ısı.
bizde ırgat (mustaaırgat, 1950), “ayna” damarları girift uy’durmuş. “ayna” sessiz’in adı, ulaşırken sesli unutuşum. yüze yüz kalmış; biribirimize sayımlayalım, deye. sayımsuyum, ten’den sayıldığın gün.
açılmış bir tırnak (”), bu ses olasılığı mı. soru yine zarif bir işaret olabilir mi, bir dize sonunda. böyle gökeyleşir ırgat; sen’sin’dir. yalnız’sin’dir. ayna’nın biri de göz’dür.
solugh bölümü:
bi kimyager için (raş’ben) sabun’la mum aradaki,sabun’la mum arasında eriyen “ait” var. incitme gerçek’leşir incinme. dil’de yok’sa bun kayar. mum ki dik “osmanlı” muştusu. belki diyorum boyu kısa’dır, tamir’at gereken “yaşantı” uçar na u’çar yer-altına, zaman-mekan umarım. umarım marmara’ya ışk u’zar. bun’a kim itildi bir kimyager (raş’ben) için. bir kılcal merdiveninin bir basamağı çakılıysa, bataklıklar çırpınmasını öğrendiğimiz.
“kuka” için bir ve çok anlamdan iki mesel çocukluk türedi, oyunu sürenler için. çocukların evcilik tarakları (renkli, geniş...) ucunu damladı dan. o oyunun taşları, mermerleri mezar’mı arıyordu, su’ya ırgat. alt alta toplansın,ayrıksılaşsın bütün intiharlar. ki (raş’ben) boynumu seveyim. acım acım akıtılıyorsun.
emiyoruz, belki “ücra” tat. bu, belki biz (doktor’la) kötücül emicileriz. deniz altında “alıntıları” ayarsız bir dirimi geçemezsek dayanamayız. -biliyorum, bu bun bir cümle herkeze.
oysa o çiğlik seninse bir kök ve mistik değindiğimiz teğ’et, bizi, beni bir düşe bıraktı ve olsun kandırıldı. emiyoruz ve -artık- hal garipliği ve ses, görüntü vb. şeyler “proce”lerdik.
“ücra” sıkı toprak olmaya da razıdır. tartışılsın. o’nla bun’la değil, harfiye ayrılalım o’nlardan. ayrıtıldık. şimdilik birileri esiyor, gürlüyor, ne güz ve el bir askıdır, şiir’de gocaman, ottoman hacim.
dorugh bölümü:
yer’in om’ca altında; boş bir basamak, gerçek ve bir adım yükseltmeye bu sıcaklık yetmeyebilir, bir ileri dağılabilir. hala kamburumuzda yansır. yansır bir bağçeye devleti biçimsizinde tarifleyiş, ve höyükler tek’ti yine “bir” değil. yinelediğimiz ak edilmemiş yassı, korku tualleri arasında düş(ül)ecek “baş” bir son’u gösterdi. bu kutsaliyet; mukaddes ihanet; “terbiyesi” onarımsız ve mürit’li bir terbiyeyi dışlayacaktı ve sıkı toprak parçası yarım ana’lar doldurur çok sığ öldürülenlerle. ve ben (raş’ben) derim, birşey’i öğretememiş birine ırgat, ortaklaşanlardan, çabalamış ve çalmış apoletli ağaçların dinlencesinden bir ışık “olmamış”, varsıl bir “misyon” varolmamakmış.
ey, hurufat gölgesi, gemini azıya almadan kaşıyorsun pruvanı, sen dua’yla keskin bir yanını arıyorsun insanın, son duası olursa bu yıldızlara, gömülür. alıp götürürer, bir kısık ışığı ayla’larlar. kekemeleşir coşku bir bütün gen tasalarlar.
o kim’i okuduğuna emr’olmuştur. şeyh müritine sıçrar, şehrin sokağında zamandan bir kapı açar:
“kibrit sulu dip derişik akıntılar kökleşir, dökülür elhamdülillah!”
o yapmayalnız koşu gitti odasında. bir boğaz’ın temizlediği tarih indirdi marmara’ya...
bir yer’de, bir şey’de, bir kim’de soluyoruz. bekleyen, bekleten oluyor savuruyor ayağını boşluğa, vurduğu ve vurgun yediği beyaz sayfa dokunuyor nefesine, sinmiyorsa bu sınırlıkta yasa(k) sana, sen ölüyorsun ama güvercinler bu saçlara konuyor, toprak kokmuyor, toprak iletmiyor... sadece boşa bir teslim olma. yanıtımızı “bir” hazırlasaydı nivise’ye.
ciddi gayrı reddi’sin söze. azıklanmış okşarı kağıtları. tarih bir kum fırtınama tutulur, ikibinlerde.
solugh bölümü:
“yalvarmam ki sorunum ailem’dir,” korodan çıktım, kolkola hapsoldum. gülünmüş bu ten sarı yasak’lı devamlı tünemiş, kendimi, uzak dururum diye böyle yazdım. zırh işlenmiş ve koşarken ter şehvetin kokuşurken zevk almaktı. verilen bu kapış cılkı iyinelenirken nelerin kaçtığı sende öldürmüştür. ırgat... daha ne’yi görüntüden kurtardı, yara tıl bırakılıp yazılmıştı kulübesinde kuyruğun süpürdüğü tem, izler yaratılıp daha yazamadan biz ay’lanıvermişiz. herşeyi bozarak suçlamışız.
böyle(ce) bir söz’ü resmedebilir, yazıyı kandıralım. biz karadık (ücra), kırmızı boz aynasını kapsadı. zinhar! poetik ödlerimiz patlamada, sevgili boncuklar görünmek için dizgeleşir misiniz.
sanki “tanış” tarih’te notların, noktaların düzmece uykusuzluğun ve uykusuzluk san’at, hayatı torbaya katan imha gecikmiş ta ki ikincisi’ne yaraştığımız heves yarılmaya karşı bir nesne durdurmazmış. ayık ve başka. izdüşüm anılmış ve basılan deprem eprimiş perdeyi yırtık denize. bir düşü ayıklıyorum, böylece söyler: çukurda kan niye kalmıştır, birikmiş midir, niye gece olmuştur olanlar, vampirler roman yaya sığınaktır. yatır’gat diyorum yine.
“doğru” kaçtın bohemden, dönüşün olmayacağı için, “bir kerre” yarattın, yaratık. ve son sen söz vermeden cehennemine aguşundun. yaşadığın hayatın çoğunluğu düş. karabasan görgüsüzü bi çok kişi... bu bilinç-dışı hali ama görüntü bir karanlık tualde resmedilebilir mi. lehçe’n sabık çün söz söyler, düş.
dorugh bölümü:
sıfırdan bir beyaz perde. beyaz, gölgeden gölgeye teslim edilmiş. bir yaratık ararsak bir daha, yokkk. bu üçgen her açının solundan sıyrılıp, ışık alırken siyahbeyaz aşınmış, gün kalmış, onları yaşamış, adımbaş’ları yaşamış ve iki üç yazmış.
böyle yazmanın, anlatının bedeli vardır da, kakışımın, sürükleyişin, yaratışın, karşı duruşun ne’yi var o’na bakmalıyız. sine’ye yaslanır ama yaşlanmaz.
aşk da böyle, iyi. ece ece siktir etmiş vehm’i. düzgün yaşamayıp, düzenin söylevine diskedilmiş kayıttan cayar. öyle bir ürer ve üretir, ölü doğur, bir yaratığım mı olur.
bugünü eyliyor hurç ucumuzda, bir uyuyorduk zannıyla, uyuşan sadeliğe yükseldik. kuş vb. şunu söyleyledin: “terbiyet kanadını ilk-el ana-anlatı karmaşamızın üstünü örttü;” zikri zerkeyledik, söz ötesine. bilinmezin kıyısında durmadık, zaten bilinemezdi, bu. ve bunu sözleyledin: ‘Bir gün “şair” hoş-hâl ola, haber eyle, ta kim hazretine varıp özür dileyim.’ ol şair iç-güdüsüyle hal eylendi, damla kadar sofu idi ve “ait” hissetmedi. ayak ucumuzda dünya hissettik, ağ için. ve şunlar için desteyledin: “Şair Güdü’n - Yüklü’Özne’nin dediği zuhura geldi.” şiir fuhuş aracı idi, erkten şehvetini kaldırmadı zannımca, uçu verdi, kayı verdi. dul güdü’ye “Yeniden Üretim Tarzı Hazretleri”nden istedi gaip çocuğunu. altı çocuk bu diyeti tüketim hissetmediler, çoğul çoğul koyuttular. yok-çoğul bir resim, elimizde, avucumuzda arzu nesnesi. koltuk-altlarımızdan uçar fani şeytan, neresinde, bunun, der; gıcırtı.
ş’imdi, haykırış (sestir), kahkaha (hır’dır), ha nefesini bir araya eyleyelim, bu bir motiftir (türk) ise kendi’si için bu si açıklanmalıdır karşılığı var’sa karşıtı. diye hiç’se biz neyi temiz’lik tutacağız. bu soruya bir cevap, varsın... uçucu kimlikler topluluğu, gelip geçer mi darb-ı mesel, kime anlatılıp, alt edilecek... elele tutuşup bir yazgı mı, şehvet/şiddet. ha söyleyleyelim: “Kurban adına, ölümü biraz daha temiz tutalım”

Bülent KEÇELİ      

(Ücra-25 Mayıs 2005)





--
Murat Üstübal'a Teşekkürler.

Serkan Işın - Kıpkırılmış bir Ayna: Irgat Şiir Üzerine

Ücra'nın 'Mustafa Irgat' Sayısından.




Serkan Işın

KIPKIRILMIŞ BİR AYNA  Irgat Şiir Üzerine

  • Irgat şiirinde kelimelerin konumları, hızları ile tezat teşkil eder.
  • Bir nevi belirsizlik ilkesi yürürlüktedir. Tersten okunduğunda da bu etki verilir.
  • Kelimeler artık söylenin parça parça edilmiş momentumundan beslenir. Bu bazen kütlede aşırı düşme, bazen hızda aşırı yükselmeye sebep olur. Her şey yerinden edilmiştir.
  • Parça bütün ilişkisi yerine ayna levha ilişkisi düşünülebilir. Ayna kırılsa da görüntü kırılmaz. Ayna arkası dili (mahv) yansıtılamamaktan müzdariptir. Cumhuriyet / ân hiç böyle okunmamış ve söylemlenmemiştir.
  • Ayna kendi başına düşünülebilecek bir kavram değildir. Ayna görüntüsü ayna ile aynı şey değildir. Bu anlamda söyleni parçalayan şey görüntüdür. Ayna homojenken görüntü hep heterojendir. Kırma indisi nerede başlar?
  • Irgat'ın kelimeleri tarihsizdirler, bu bağlamda hayal/hakikat eksenleri yoktur. Temsil edilemeyenlerin dili de temsil edilemez.
  • Irgat şiiri yüklerin (birimlerin) dizelere (yüzeye) dağılımı açısından somut şiirden bir önceki adımdır.
  • Anlam hallaç olmuş ona, tüy örs ya da magma. Dili peltek gibi duyulsa da, duyumsanan şey daha fazla dile gelemez. Temsil edilemeyen ve aktarılamayan bir şiir.
  • “Söylen misin yine dikerim diye bir gerçeklikten bütünü yaratmayan” / Tüm Irgat şiir ekseni bu denklemin etrafında döner. Tork = gerçeklik / bütün + söylen(memiş)
  • Irgat şiiri “söküntü” bir şiirdir. Irgat bir sözyazardır (fonograf). Hayaletlerin hayalet sözcelerinin ayna imgesi.
  • Serotonin eksikliği kuvveden fiile geçtiğinde, kişi kendi tarihi ile etrafındaki tarihi kesiştirmeye yan bakar (artı ya da eksi, bellek yarılması). Bu anlamda Türkiye'deki ilk şizofreni vakaların kronolojisi bize gereklidir. İlginçtir devlet ve buna bağlı kurumlarda çalışanların iş dilidir şizofreni.
  • Söylene geri dönersek, bütün/gerçeklik ilişkisinden yırtılan ve dikilen parçalar ancak resmî olanlarla karşılaştırıldığında ki bu imkânsızdır- Tarih çözülür. Uygur türkçesinden, surdiplerine kadar gelen “sözcelerin” tarihinin izini sürmek.
  • “Kopuk ten dokusuna dönerse ten olur mu?” Köksap ilişkisi tehlikeli bir “yeni gen” çalışmasıdır.
  • “İskele  tin” ilk şiirlerden son şiirlere geldikçe “iskeletin”e dönüşmüştür (enis batur'a teleks'tir). Bu organik ile inorganik olanın iliksiz birleştirilmesidir. Bu bağlamda Irgat şiiri çellosu alınmış bir şiirdir.
  • “aramızdaki ben'î artık kaldır uyanınca ortadan”. Mustafa Irgat, uykuda “boğulmakta olan birini kurtarma” pozisyonunda kalır.
  • Baba Korku(t) ikincil gradyan. Irgat şiiri “cümleye kapı alır”. Bir “intihar süsü”dür. Kendisini “saltık artık” olarak tanımlayan, hiç bir tarihin malı değildir.
  • Mahv dili “dili ayruk ille dilek bir idi / bir işit kim her biri ne dir idi” / Gârip-name.



(Ücra-27 Temmuz 2005)

Murat Üstübal'a Teşekkürler.