21 Şubat 2010 Pazar

Mustafa Irgat çevirisi: Barthes'tan "Ne o - ne o Eleştirisi"

70'lerin Birikimi Sayı: 13



Ne o - ne o Eleştirisi

Roland Barthes

Günlük L'Express'in ilk sayılarından birinde, dengeli retoriğin nefis bir parçası olan ve yazarı bilinmeyen (ano­nim) bir eleştiri amentüsü okuduk. Yazıda, eleştirinin «ne bir salon oyunu, ne de bir belediye hizmeti» olduğu ileri sü­rülüyordu. Anlaşılan eleştiri ne gerici, ne komünist, ne pir aşkına, ne de siyasal olmalıydı.

Burada, bir çeşit sayı kudurganlığını esas alan «ikili dış­ta bırakma» mekanizması diyebileceğimiz bir tutum söz konusudur. Birçok kez karşılaştığımız bu mekanizmayı kabaca bir küçük burjuva özelliği olarak tanımlayabilirim. Kişi, yöntemlerin hesabını bir teraziyle yapar; sanki ideal bir ruhaniliğe sahip, yapacağı şeylerin etkisi önceden hesaplana-mayan bir hakemmişcesine canının istediği gibi yükler terazi­nin kefelerini. Ve bu yüzden de, terazinin oku kadar doğru gözükür.
Bu muhasebe işlemi için gerekli daraları, kullanılan te­rimlerin ahlâkiliği oluşturur. Eski bir terörist yönteme göre, yargılama, ad koymaya eşlik eder («terörizmin dışındayım» diyen her kişi terörizmin dışında kalamaz). Ve kelime, ne ol­duğu önceden bildirilmeyen bir suçluluğun safrasıyla terazi­nin kefelerinden birini gelir çökertir. Örneğin ideolojilere karşı kültür çıkarılır. "Kültür, toplumsal saflaşmaların dı­şında yer alan, soylu ve evrensel bir zenginliktir : Kültür yer çekimine meydan okur. İdeolojilere gelince, taraf tutan icat­lardır onlar : Atıver onları da tartıya! Kültürün sert bakış­ları altında ne birine, ne ötekine hak verilir (kültürün de eninde sonunda bir ideoloji olduğu akla getirilmez). Sanki bir yanda, terazinin rezil oyununu beslemekle yükümlü, han­tal ve kusurlu kelimeler (ideoloji, doğma, militan) var; bir yanda da hafif, saf, maddî olmayan, Tanrı yasasıyla soylu kılınmış, sayıların aşağılık yasasına boyun eğmeyecek ölçüde yüce, yalanların hazin hesaplarının üstünde yer alan keli­meler (serüven, tutku, büyüklük, erdem, onur) var. Bu ikinci tür kelimeler, birinci öbekteki kelimelere ahlâk dersi vermekle görevlidir. Yani bir yanda suçlu kelimeler, öbür yanda yargılayan kelimeler var. Ancak, bu canım Üçünü-Taraf olma ahlâkı, kaçınılmaz bir biçimde, yeni bir ikiye bö­lünmeyle (dichotomie) sonuçlanır; bu bölünme ise, yete­rince çapraşık olmadığı için ayıplanan ikilik kadar basittir aslında. Gerçekten de dünyamız, alternatifli bir yapıda ola­bilir. Ama inanın, Yargı-Kurulu olmayan bir bölünmedir bu : Yargıçlara kurtuluş yok, onlar da pekâlâ aynı geminin yol­cusu.

Zaten Ne o-Ne o eleştirisinin hangi yanda yer aldığını anlamak için, sözkonusu eleştiride başka ne gibi mitosların su üstüne çıktığını görmek yeterli. Edebî bir «kültüre» («bütün zamanların sanatına») dayanan her tutumun gönlünde yatan zamandışılık mitosu üstünde fazla durmadan, şu bi­zim Ne o-Ne o öğretisinde, burjuva mitolojisinde alışılagelmiş iki kaçış kapısı bulunduğunu da belirtmeliyim. Bunların bi­rincisi, «a priori yargının yadsınması» diye tanımlanabile­cek belli bir özgürlük anlayışıdır. Oysa bir edebî yargılama, içinde yer aldığı anlayış tarafından belirlenir. Sistem yok­luğu bile -hele bu yokluk bir amentü durumuna getirilmiş­se- gerektiğinde burjuva ideolojisinin (ya da anonim yaza­rımızın deyimiyle kültürün) pek sıradan bir çeşidi olabilecek, bütünüyle tanımlanmış bir sistemin parçası olur. Hattâ bir kişi, aslında özgür olduğunu direnerek ileri sürerse, onun bağlılığı konusu hiç tartışma götürmez. Her türlü sistema­tik belirlemeden uzak, masum bir eleştiri uyguladığını ileri süren her kişiye rahatça meydan okunabilir : Ne o-Ne o'lar da bir sistem içinde yer alırlar, üstelik bu sistem, bağlı ol­duklarını ilân ettikleri sistem de olmayabilir. İnsan ve Ta­rih, İyilik, Kötülük, Toplum, v.b. hakkında önceden fikir edinmiş olmadan, edebiyat üstüne yargıda bulunulamaz : Ne o-Ne o'cularımızın, “insanı hayretler içinde bırakmayan” aşa­ğılık sistemlere karşı çıkardıkları, sevinerek mânevi değerler­le yükledikleri o basit «serüven» kelimesinde bile, öyle bir kalıtım, öyle kötü bir alınyazısı, öyle bir tekdüzelik var ki! Eninde sonunda her özgürlük, belli bir a priori'den başka bir şey olmayan, bilinen bir tutarlılığa ulaşır. Bu yüzden de, eleştirinin özgürlüğü, taraf tutmayı yadsımak değil (imkân­sızdır bu!), tuttuğu tarafı açığa çıkarmak, ya da gizlemektir. Metnimizin ikinci burjuva belirtisi, aldatıcı bir rahatlık içinde, edebiyatın ölümsüz değeri olarak bilinen «üslûba» değinmesidir. Oysa, hiçbir şey Tarihin soruşturup yargılama­sından kurtulamaz, iyi yazmak bile. Üslûp bütünüyle eski­miş bir eleştirel değerdir. Bazı önemli yazarların klasik mi­tolojinin bu son kalesine saldırdıkları şu dönemde, «üslûbun» yanında yer almak belli bir arkaikliğin kanıtıdır : hayır, bir kez daha «üslûba» geri dönmek, yenilikler umulan bir serü­ven olamaz! Sonraki sayılarından birinde daha aklı başında davranan L'xpress, sihirli bir çareye başvurulur gibi Stendhal'i imdada çağıranlara («Stendhal gibi yazılmış») karşı, A. Robbe-Grillet'nin yerinde bir çıkışını yayımladı. Belki, bir üslûpla bir insanlığın birleşmesi (Anatole France örneği) Edebiyatı temellendirmeye yetmiyor artık.
Giderek sözümona insancıl bunca eserde saygınlığını yitiren “üslûbun”, so­nunda a priori kuşkulu bir nesne durumuna gelmesinden kor­kulur. Böyle olmasa bile, bir eseri değerlendirirken, onun üs­lûbunu, ancak yazarın işine gelirse hesaba katmak gerekir. Elbet bu, Edebiyat belli bir biçim oyununun dışında varola­bilir demek değildir. Ne var ki, tanrısal bir aşkınlıkla yönete­cekleri iki yanlı bir evrenin tutkunları olan bizim Ne o-Ne o'-cuların ister hoşuna gitsin, ister gitmesin, iyi yazmanın kar­şıtı kötü yazmak değildir mutlaka. Günümüzde belki bu, yazmak'tır sadece. Edebiyat zorlu, çetin ölümcül bir durum olmuştur. Kurtarmaya çalıştığı şey artık süsleri değil, pos­tudur. Yeni Ne o-Ne o eleştirisinin bir mevsim gecikmiş ol­masından korkarım.

çev. Mustafa Irgat

[kaynak]
not: birikim dergisi çevirmenin adını vermeye yüksünmüş, sağolsunlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder